Bir hayalete mi benzer Taksim Meydanı?
Sabahın ilk ışığı süzülürken camlara,
Dün geceki curcunanın dilsiz izi kalır,
Boşlukta asılı, ne tramvay ne insan sesi.
Beyoğlu, sen bir rüyanın ters yüzüsün:
İstiklal, yorgun bir nehir, akarken geri,
Her kaldırım taşı, bin ömrü ezberlemiş,
Gizli bir melodidir, çalan her apartmanın balkonu.
Çiçek Pasajı’nın eski fayanslarında,
Kahkahalar fosilleşmiş, suskun ve derin,
*****
Sakız kokusu, tütün dumanına karışmış bir ağıt.
Bir keman sesi, ansızın yırtar zamanı.
Balo Sokak, bir fısıltı gibi kıvrılır,
Terk edilmiş bir sinemanın kararmış perdesi,
Orada bir gölge, on dokuzuncu asırdan kalma,
Şapkasını eğmiş, geçmişi seyreder.
Tünel’in yeraltı uğultusu, eski bir kalp atışı,
Karaköy’e inen her adım, bir anı siler,
Ama unutuş, Taksim’de bir illüzyondur,
*****
Her köşe başında, yeniden karşına çıkar.
Sen ne doğulusun tam, ne batılı, ne de ortanca,
Sadece kendi yalnızlığının dev aynasısın İstanbul.
Taksim’de yürüyen herkes, kendi kayıp şehrini arar,
Ve bulduğu her şey, bir sonraki adıma ertelenen bilinmezlik.
O Galata Kulesi, sessiz bir bekçi,
Bu karmaşayı seyreder göğün en yüksek katından.
Oysa asıl sır, kaldırım taşlarının altındadır,
Kimsenin görmediği, kimsenin yazmadığı bir şiir: Senin şiirin.
Yazan:Lebih halk
Edebiyat editörü