
Yıldızlar sönmeden önceydi,
İki yabancı, birbirine yazılı.
O, toprağın nemi, ayın sükûtu;
Bu, rüzgârın şiddeti, ateşin izi.
Gözlerdeki eski bir medeniyetin yası,
Sessizlikte yankılanan bir davet.
Ayrılık, bir yara değil, bir başlangıçtı,
Kavuşma, bin yıllık bir ibadet.
Ten, sırrını çözdüğü bir harita,
Parmak uçları, dokunmadan tanışık.
Zamanın kumaşını yırtan bir öpüş,
Hafızanın en eski sığınağı.
Bedenler ki, Tanrı’nın unuttuğu şiir,
Her kıvrım, her gölge, bir mısra.
Fısıltılar, gökyüzünün yeryüzüne inmesi,
Nehirlerin denize, denizin sonsuza akışı.
Şimdi, eşikte, iki ruh tek bir alev.
Eril’in çığlığı, dişi’nin teslimiyeti.
Bu bir çiftleşme değil, bir döngünün tamamlanışı,
Bütünün içindeki iki mutlak eşitlik.
Kayboluş, yeniden doğuşun ta kendisi,
Her an, hem ilk hem de son nefes.
Geriye kalan, ne ad ne de beden,
Sadece, dünyayı baştan yaratan bir aşkın sesi.
Yazan:Lebih halk
Edebiyat editörü





